Dolar 34,5233
Euro 36,4581
Altın 2.963,27
BİST 9.135,39
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 21 °C
Az Bulutlu

100 buluş, 100 öykü!

A+
A-
100 buluş, 100 öykü!

 

Telefonun bulunuş öyküsü çoğumuz biliriz… Peki cep telefonunun bulunuş öyküsünü kaçımız biliyoruz? Ya bilgisayarın, internetin, e-postanın, Facebook’un, WhatsApp’ın, elektriğin, oksijenin, DNA’nın, aspirinin, röntgenin, küresel ısınmanın, sera gazlarının, buzdolabının, klimanın, tükenmezkalemin, blucinin, trafik ışıklarının, kedi kumunun bulunuş öykülerini? Dünya’mızın yuvarlak olduğunu, döndüğünü ilk kim, nasıl buldu? Yaşını kim, çevresini kim hesapladı? Süleyman Bulut’un, Can Yayınları tarafından yayımlanan, 100 buluşun 100 kısa öyküsünü paylaştığı yeni araştırması, “Ben Buldum!”da amaçladığı da, birer sayfalık anlatımlarla öyküleştirdiği bilim tarihinin ilginç “Buldum!” anlarını okurlarla buluşturmak. Bilim tarihinin, son dişliyi kim bulup, çarkı kim tamamlamışsa, buluşu onun adına yazmasına da bir itiraz. Dolayısıyla bunu bir bayrak yarışı olduğunu imleyerek onları ıskalamamak, haklarını teslim etmek.

Süleyman Bulut, Can Yayınları tarafından yayımlanan ve pek çoğunu ilk kez okuyacağınız 100 buluşun 100 kısa öyküsünü paylaştığı yeni araştırması, “Ben Buldum!”da okurları bilim ve buluşlar tarihinde soluksuz bir yolculuğa çıkarıyor.

Çalışmasının odak noktasının konunun bilimsel literatürüne girmeden, buluş olayını, buluşu yapan biliminsanının üzerinden anlatmaya yönelik olduğunun altını çiziyor Bulut.

Kitapta, bilimde devrim yaratan büyük buluşlarla, günlük yaşamı kolaylaştıran daha pratik buluşlara karışık olarak yer vermiş, tarihsel bir sıralama yapmamış. Bu arada konu kuşkusuz bir kitaba sığacak gibi değil o nedenle devam kitabını da yazıyor. Bu yazıda o 100 buluşun öykülerinden bir seçki okuyacaksınız. İngiliz rahip, diplomat, teolog, bilim tarihçisi William Whewell ile başlıyor inceleme.

 

 

BİLİMİNSANI TERİMİNİ İLK KULLANAN WHEWELL!

İngiliz rahip, diplomat, teolog, bilim tarihçisi William Whewell: Whewell, 1833’te, şair, eleştirmen Samuel Taylor Coleridge’in (1774-1834) karşılaştığı bir sorunla ilgili olarak yardım ederken ilk kez “biliminsanı” terimini kullanan kişi. Sonra bu terimi, o zamana kadar biliminsanları için genel olarak kullanılan filozof, doğa filozofu yerine önermiş. Bilime en büyük katkılarından biri çeşitli olgu ve kavramlar için karşılıklar üretmiş olması. Tam anlamıyla bir “karşılık bulucu” diyor Süleyman Bulut. Yakından tanıdığı Faraday’ın isteği üzerine anot, katot, iyon gibi isimlendirmeleri türetmiş. Çok yönlü bir biliminsanı; matematik, şiir, çeviri bunlardan sadece bazıları. Goethe’nin kitaplarını çevirmiş bir çevirmen olmasının yanı sıra okyanus akıntılarını araştırmış. Mekanik, mineraloji, jeoloji, astronomi, felsefe, ahlak felsefesi, politik ekonomi, bilim tarihi, teoloji, eğitim reformu, uluslararası hukuk ve mimarlık üzerine kitaplar, makaleler yazmış bir biliminsanı. Yanı sıra İngiliz Bilimi Geliştirme Derneği ve Jeoloji Topluluğu’nun başkanı, Kraliyet Topluluğu ve Cambridge Felsefe Derneği’nin de kurucu üyesi.

 

CEP TELEFONUNU GELİŞTİREN MARTIN COOPER!

ABD’li işinsanı, girişimci, üniversite yöneticisi Martin Cooper ise 1973’te ilk cep telefonunu geliştiren kişi. 3 Nisan 1973’te, Martin Cooper, elinde 25,4 santim uzunluğunda, 1 kilo 100 gram ağırlığında, “tuğla” gibi bir telefonla New York’un 6. Caddesi’nde yürümeye başladığında ilk olarak en büyük rakipleri AT&T Bell’in ARGE müdürü Joel Engel’i aramış: “Selam Dr. Joel Engel… Ben Martin Cooper. Joel, caddeden arıyorum seni… Mobil bir telefondan konuşuyorum!” dedi. Cooper, yıllar sonra o ânı şöyle anlatmış: “Elbette çok kibardı Joel Engel, ama dişlerini gıcırdattığını çok iyi duyabiliyordum…”. Bu arada “Selam Dr. Joel Engel,” de cep telefonundan duyulan ilk cümle oldu.

 

İNTERNETİ İLK BULANLAR LICKLIDER, ROBERTS, BARAN, DAVIES, KAHN, CERF!

Amerikalı bilgisayar bilimci Joseph Licklider, Amerikalı mühendis Lawrence Roberts, Amerikalı mühendis, ARPANET’in kurucularından Paul Baran, İngiliz bilgisayar bilimci Donald Davies, Amerikalı elektrik mühendisi Robert Elliot Kahn ve Vinton Gray Cerf:

Ben Buldum kitabında, internetin bulunmasına giden yolda önemli adımları şöyle sıralıyor Süleyman Bulut: 1958’de ABD, İleri Savunma Araştırma Projeleri Ajansı’nı (DARPA) kurdu. Joseph Licklider, 1962’de bir makalesinde ilk kez “galaksiler arası bilgisayar ağı”ndan söz etti. DARPA’dan Lawrence Roberts ve Thomas Merrill 1965’te iki bilgisayarın bir telefon hattı üzerinden birbirlerini görmelerini sağladı. DARPA, 1969’da ilk internet ağı olan ARPANET’i kurdu. 1970’te, ilk veri gönderim protokolü (NCP) tamamlandı. Üniversitelerle devlet kurumları arasında internet iletişimi sağlandı ama veri gönderimi ve hızı çok çok düşüktü. Çünkü bilgisayarlar, telefon iletişiminde kullanılan “devre anahtarlama” sistemiyle birbirine bağlanıyor ve tek bir hat üzerinden veri gönderilebiliyordu. Bu engeli aşmak için, ABD araştırma kuruluşu RAND Corporation’dan Baran ve İngiltere Ulusal Fizik Laboratuvarı’dan (National Physical Laboratory) Davies, birbirlerinden habersiz, “paket anahtarlama” sistemini geliştirdi. Buna göre, veriler küçük paketlere bölünüyor, paketler belirlenen hedefe aynı anda farklı yollardan gönderilebiliyordu. ARPANET, 1972’de paket anahtarlamalı sisteme geçti. Böylece hızlı, güvenli veri aktarımı sağlanmıştı ama farklı yazılım ve donanımlarla çalışan bilgisayar ve ağlar birbirlerini nasıl görecekti? Bu sorunu da DARPA’dan Robert Kahn ve Vint Cerf çözdü. “Açık mimari ağ” fikrini geliştirip ARPANET’ te ilk kullanılan ağ protokolü NCP yerine, 1983’te Aktarım Denetim Protokolü’nü (TCP) kurdular. Böylece bütün bilgisayarların birbirleriyle kolayca iletişim kurması sağlanarak, internet evrenselleştirildi. Türkiye’de ilk internet ağı, 199’de ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından kuruldu. 1994’ten itibaren yaygın olarak kullanılmaya başlandı.

İLK BİLGİSAYARI KURANLAR MAUCHLY VE PRESPER!

Amerikalı fizikçi John William Mauchly ve Amerikalı elektrik mühendisi John Adam Presper Eckert Jr:

John William Mauchly, İkinci Dünya Savaşı başladığında Pennsylvania Üniversitesi’nde araştırma görevlisiydi. Ayrıca savaş elektroniği dersleri de almış, yazılar yazmıştı. Savaşın başlamasından sonra ABD Savunma Bakanlığı, Mauchly’den askerî hedefleri ve atış hesaplarını doğru ve hızlı yapacak çok gelişmiş bir hesap ve iletişim makinesi yapmasını istedi. Mauchly’den önce, birçok biliminsanı bu yolda çalışmalar yapmıştı. İngiliz makine mühendisi Charles Babbage “Fark Makinesi” ve “Analitik Makine” adını verdiği iki makine tasarlamış, delikli kartlar kullanarak ilk programlı makine yi yapmış ama destek alamadığı için hayata geçirememişti. İngiliz matematikçi Alan Turing (1912-1954), savaş sırasında Alman şifrelerini kıran Turing makinesini yaparak elektronik bilgisayarın prototipini geliştirmişti. Mauchly ve yardımcısı Presper Eckert, belleğinde program saklayabilen ilk elektronik bilgisayar ENIAC’ı (Elektronik Sayısal Entegreli Hesaplayıcı) 1943’te kurmaya başladılar ve Şubat 1946’da çalıştırmayı başardılar. İlk bilgisayar ENIAC, üzerinde 17.500 elektron tüpü, 1.500 röle, 70.000 direnç ve 10.000 kondansatör taşıyordu ve neredeyse bir ev büyüklüğündeydi. Ağırlığı 30 tona yaklaşıyordu. On haneli 5.000 sayıyı bir saniyede toplayıp, 357 çarpma veya 38 bölme işlemi yapabiliyordu ama çalışırken çok yüksek ısı üretiyordu. O kadar ki, ısıyı normale düşürmek için soğutucu olarak 20 beygir gücünde iki vantilatör kullanılıyordu. İlk bilgisayar ENIAC, Savunma Bakanlığı’nın, Maryland’daki Balistik Araştırma Laboratuvarı’na yerleştirildi ve yapılacak bombalamalarda hedefi doğru belirlemek, hava koşullarını tahmin etmek, rüzgârın hızını ölçmek için kullanıldı.

 

TELGRAFI BULAN SAMUEL MORSE!

ABD’li portre ve tarih sahneleri ressamı Samuel Morse: 1835’te telgrafı buldu. Telgraf üstüne düşünen sadece Morse değildi. Birçok biliminsanı bu konu üstüne çalışıyor, hatta bir telgraf sistemi de kurmayı başarıyorlardı ama hiçbiri istenilen verimlilikte değildi. Tüm bu gelişmeleri değerlendiren Samuel Morse, 1835’de kâğıt şerit üzerine kayıt yapan ilk elektromıknatıslı telgrafı yaptı. Ama Morse’u telgrafın babası yapan asıl buluşu ise kurduğu telgraf sistemi değil, o sisteme bir alfabe kodu eklemesi oldu. Asistanı mühendis Alfred Lewis Vail’le birlikte geliştirdikleri, nokta ve çizgilerden oluşan kodlama sistemi telgraf iletişiminin alfabesi oldu. Telgrafın Yunanca, “uzaktan gelen yazı” anlamına geldiğini de not düşüyor Süleyman Bulut.

 

İLK HAMBURGER’İ BULAN NAGREEN!

Charles R. Nagreen: Hamburgeri bulan adam olarak tarihe geçen, Hamburger Charlie diye tanınan Nagreen’in heykeli buluşunu yaptığı Seymour kasabasına dikilmiş. 1885’te, Seymour’da bir festival yapılmasına karar verilince Nagreen, çok iyi satış yapacağını düşünerek kilolarca köfteyi festival gününden önce hazır etmiş. Fakat insanlar merak içinde sergi tezgâhlarını gezmekten, oturup yemek yemeye fırsat bulamayınca satışları çok düşük seyretmiş. Köftelerin elinde kalmasından korkarak bir çare düşünmeye başlamış. Köftelerini iyice yassılaştırdıktan sonra kızartarak ekmek arasına koyarak ve üzerine biraz soğan serptikten sonra tezgâhının önünden geçenlerin eline tutuşturmaya başlamış.

Ekmek arası yassı köfteleri keyifle ısıranlar, “Bu yediğimiz şeyin adı ne?” diye sormaya başlayınca yiyeceğini adı da konmuş: Hamburger!.

 

 

WHATSAPP’I BULAN KOUM!

Jan Koum: WhatsApp’ı bulan Koum, San José Eyalet Üniversitesi’nde öğrenim görürken yarı zamanlı yazılımcı olarak çalışıyordu. Daha sonra altyapı mühendisi olarak Yahoo’ya geçti. WhatsApp’ı kurarken ortaklık yapacağı Brian Acton’la tanıştı. Yahoo’dan ayrılıp 2007’de Facebook’a iş başvurusunda bulundu ama kabul edilmedi. Bunun üzerine Güney Amerika’da yaşamaya başladı. 2009’da kendine bir iPhone aldı. iPhone’u incelerken AppStore’daki mesajlaşma uygulamaları dikkatini çekti. Bir proje hazırladı. Projenin kodunu, bir arkadaşının tanıştırdığı Rus yazılımcı Igor Solomennikov hazırlarken, kendisi de isim araştırmaya başladı. Günlük mesajlaşmada sık kullanılan what’s up’tan (n’aber) esinlenerek WhatsApp adında karar kıldı. WhatsApp’ın ilk uygulaması çok başarılı değildi. İki de bir çöküyor veya takılıyordu. Projeden umudu kesen Jan Koum, uygulamayı kapatmaya hazırlanıyordu ki, 2009 Haziran’ında Apple’ın bir yenilik yaparak push bildirimlerini hizmete sokması imdadına yetişti. Buna göre kullanıcılar, kendilerine gönderilen herhangi bir veriden ânında haberdar ediliyordu. O güne kadar her telefonun kendine özel geliştirdiği bu uygulamayı Apple bütün telefonlar için kullanılabilir yapmıştı. Koum, bu yeniliği, yeniden düzenlediği WhatsApp sürümüne hemen ekleyince, kullanıcı sayısı birden 250.000’e fırladı. WhatsApp projesine başından beri destek veren Brian Acton, bu gelişmeyi kullanarak, Yahoo’dan beş arkadaşını, yüzde 30 hisse karşılığında WhatsApp’a yatırım yapmaya ikna etti. Jan Koum da, buna karşılık olarak Brian Acton’u şirketin kurucu ortağı yaptı. Nisan 2014’e gelindiğinde, WhatsApp 500 milyondan fazla aktif kullanıcıya sahipti.

 

E-POSTAYI BULAN TOMLINSON!

Ray Tomlinson: 1971 yılında, “aynı ağ üzerindeki bilgisayarlar arasında iletişimi yöneten yeni bir kurallar kümesi” oluşturarak bir dosya transfer programı geliştirdi. Geliştirdiği yeni yazılımda, transfer sırasında bir karışıklığa yol açılmaması için kişisel addan oluşan posta kutusuyla, genel internet servis sağlayıcıyı (alan adı) ayırt etmek istedi. Bunun için e-posta adresini iki bölümden oluşturdu. Bu iki bölümü hem birleştirecek hem de ayrı olduklarını gösterecek bir işarete ihtiyaç duydu. Araştırmaları sırasında 18. yüzyılda birim fiyatı göstermek için kullanılmış, artık kimsenin hatırlamadığı @ işaretiyle (Örneğin, tanesi 4 TL’den 20 elma anlamında, 20 elma @ 4TL şeklinde yazılıyordu) karşılaşınca, ilk e-posta adresini oluşturdu: tomlinson@bbn-tenexa.

 

COCA COLA’YI YAPAN PEMBERTON!

ABD’li kimyager ve eczacı John Stith Pemberton: Pemberton Coca Cola’yı 1886’da ilaç olarak ürettiği şurupta küçük değişiklikler yaptıktan sonra bulmuş. Başta kendisinin de mücadele ettiği, stres ve gerginliğini azaltacak, ferahlatıcı bir şurup yapmak amacıyla yola çıkmış. Uyarıcı ve canlandırıcı özelliklerini bildiği koka yapraklarıyla koka bitkisinin çekirdeği olan kola cevizini şarapla karıştırıp bir çaydanlıkta kaynatmış. Hem tadını sevmiş hem de bir ferahlama da hissetmiş. Şurubu içenler de bir ferahlama hissettiklerini söyleyerek Pemberton’a ürünü satmasını tavsiye etmişler. Pemberton’un muhasebecisi, Frank Robinson, iki “C” harfinin yan yana güzel duracağını düşünerek içeceğe “Coca-Cola” adını önermiş. Bugünkü özgün logoyu da kendi el yazısıyla ortaya çıkarmış. Coca-Cola, çevredeki eczanelerde ve büfelerde satılmaya başladığında çok ilgi görmemiş. Günde dokuz-on bardak satılabilmiş. Daha sonra Pemberton, ürünü ağrılara, depresyona kar şı ferahlatıcı, rahatlatıcı içecek olarak pazarlamaya başlayınca, satışlar birden yükseldi; ama tam o günlerde çıkarılan bir yasayla içeceklere alkol karıştırılması yasaklanmış. Ürün formülünden şarabı çıkaran Pemberton, yerine karbonatlı su eklemiş. Coca-Cola ferahlatıcı, serinletici ve canlandırıcı bir içecek olarak yaygınlaşırken, Pemberton sağlığı bozulunca 1888’de üretim haklarını Amerikalı girişimci Asa Griggs Candler’e satmış. Ne denir? Kısmet!

 

İLK VİTAMİNİ BULAN EIJKMAN!

Hollandalı doktor, fizyoloji profesörü ve bakteriyoloji uzmanı Christiaan Eijkman: Eijkman, Endonezya yerlilerinin yakalandığı “Beriberi” hastalığını tedavi etmeye çalışırken ilk vitaminin B1 vitamininin bulunmasının önünü açmış. Bu başarısından dolayı 1929’da, Sir Frederick Hopkins ile birlikte Nobel Ödülü kazanmış. Onun açtığı yoldan ilerleyen Polonyalı biyokimyacı Kazimierz Funk, 1911’de pirinci ayrıştırarak kabukta bulunan beriberiyi önleyici maddenin B1 vitamini olduğunu saptamış ve bu maddeyi tanımlamak için ilk kez “vitamin” terimini kullanan kişi olmuş.

 

DİŞ FIRÇASINI BULAN ADDIS!

William Addis: Ağız ve diş bakımına çok önem veren Addis, 1770’de hapishaneye düştüğünde, yaşadığı sıkıntıların başında dişleri geliyordu. Dişlerini temizleyecek hiçbir şey yoktu elinde. Çareler aramaya başladı. Addis, tarih boyunca insanların dişlerini temizlemek için bitki kökleri, ağaç dalları ve kuştüylerini kullandıklarını biliyordu. Düşüncelere daldığı bir gün, bakışları, zemini süpüren gardiyanın kullandığı süpürgeye takıldı. İnce, sık çalı dallarının bir sopanın ucuna bağlanmasından oluşan süpürge, gardiyanın elinde ileriye geriye ya da sağa sola gidip gelerek zemini temizliyordu. Bir şimşek çaktı kafasında! Akşam yemeğinden artakalan kemiklerden çok kalın olmayan uzun bir tanesini sakladı. Gardiyanlara rüşvet verip dışarıdan at ve yabandomuzu kılları getirtti. Bu kılları, kemiğin bir ucuna sıkıca sarıp bağlayarak dişlerine sürtmeye başladığında işe yaradığını görünce çok sevindi. Ama bağ hemen gevşeyip, kıllar dağılınca sevinci yarım kaldı. Sonunda başka bir yol denemeye karar verdi: Haftalarca uğraşarak kemiğin bir ucuna onlarca minik delik açtı. Kılları bu deliklere yerleştirerek tutkalla yapıştırdı. 1780’de kendi soyadını taşıyan firmasını kurdu ve ilk diş fırçasını üretmeye başladı.

 

TELEVİZYONU BULAN BAIRD!

İskoç biliminsanı, girişimci John Logie Baird: Baird, 1925’te ilk mekanik televizyonu çalıştıran kişi. Teneke çay kutusu, dikiş iğnesi, bisküvi kutusunun içine yerleştirilmiş bisiklet lambası, kullanılmış mercek lenslerden oluşan ilk televizyon “alıcı-verici” düzeneğini kurdu. Arkadaşlarını bir sandalyeye oturtup, onların görüntülerini aktarma denemelerine başladı. Sayısız denemeden sonra 2 Ekim 1925’te Bill’in çok silik, belirsiz bir görüntüsünü almayı başardı. Hemen aşağı koşup, getir götür işlerine bakan William Taynton’ı atölyeye çıkarıp sandalyeye oturttu ve başardı. Baird, televizyonu bulmuş, William Taynton da televizyonda görünen ilk insan olmuştu. Londra’da Kraliyet Enstitüsü üyeleri ve gazetecilere bir sunum yapan Baird, halka açık ilk televizyon gösterimini de 26 Ocak 1926’da, gerçekleştirdi.

 

TÜRKİYE’NİN İLK BİLGİ İŞLEM MERKEZİNİ KURAN KÖKSAL!

Türkiye’nin ilk bilgisayar ve yazılım mühendislerinden Aydın Köksal: 1967’de Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarına katılarak ilk Bilgi İşlem Merkezi’ni kurdu ve yönetti. 1971’de Türkiye Bilişim Derneği’ni kurdu. 1975’ te bilişsel dilbilim dalında bilim doktoru unvanını aldı. Türkçenin bir bilim dili olabileceğine inancıyla; saymak kelimesinin sayım yapmak, sıralamak, döküm yapmak anlamlarından yola çıkarak “bilgisayar” adını türetti. 1969’da Hacettepe Üniversitesi’ne ilk bilgisayar alınırken, Köksal sözleşmeye makinenin adını “bilgisayar” olarak yazdırdı. Daha sonra gazeteye verilen bir ilanda da bilgisayar adını ilk kez o kullandı. Bununla yetinmedi, bilgisayar ve yazılım alanında kullanılan tüm terimlere Türkçe karşılık bulma çalışmasına girdi. Memory yerine “bellek” dedi. Hardware yerine “donanım”, software yerine “yazılım”, processing yerine “bilgi işlem”, update yerine “günlemek”, informatics yerine “bilişim” karşılıklarını türetti. Yaklaşık 2500 bilişim terimine Türkçe karşılıklar buldu.

 

İLK BİLGİSAYAR PROGRAMINI YAZAN LOVELACE!

Ada Lovelace: Şair Lord Byron ile Isabella Byron’un kızı olarak dünyaya geldi. Ada bir aylıkken Lord Byron önce eşinden sonra İngiltere’den ayrıldı. Sonrasında Ada, babasını hiç görmedi. Annesi, Ada’nın matematiğe ve mantığa ilgisini görünce, bu yönde eğitim almasına destek verdi. 1833’te, ortak arkadaşlarından birinin evinde, dönemin en ilginç matematikçilerinden Charles Babbage’la tanıştı. Babbage, onu, yeni tasarladığı ve bilgisayara giden yolda ilk adımlardan biri olan “Fark Makinesi”ni görmeye davet etti. Fark Makine’si Ada’nın çok ilgisini çekti. Babbage da Ada’nın matematik kavrayışından ve çözümleme yeteneğinden etkilenmişti. Birlikte çalışmayı önerdi. 1842’de Babbage’ın İtalya’nın Turin Üniversitesi’nde (Torina), Fark Makinesi’nin bir ileri örneği olan “Analitik Makine” üzerine yaptığı bir konuşmanın ardından İtalyan mühendis Luigi Federico Menabrea bu makineden övgüyle söz eden bir makale yazdı. Ada bu makaleyi Babbage’ın da tavsiyelerini dikkate alarak ve kendi notlarını ekleyerek çevirdi. Notlardan birinde Ada, Analitik Makine’nin düzgün çalışması için kurulmuş Bernoulli sayı dizisinin hesaplaması için Analitik Makine’nin detaylı bir algoritmasını tanımlıyordu. Bu tanımlamalar bilgisayar için yapılmış ilk yazılım örneği kabul edildi. Ada, notlarında bilgisayarların hesaplama yeteneklerinin dışında başka yetenekleri de olabileceğini örneğin Analitik Makine’nin beste yapabileceğinden de söz ediyordu…Devletten destek bulamayan Babbage, AnalitikMa kine’yi kurup çalıştıramadı. Ada’nın yazılımı da hiçbir zaman kullanılmadı ama bu, onun ilk bilgisayar programcısı olduğu gerçeğini değiştirmedi.

 

KURŞUNKALEMİ BULANLAR HARDTMUTH VE CONTE!

Avusturyalı mimar ve girişimci Joseph Hardtmuth, Fransız ressam Nicholas-Jacques Conte:

Joseph Hardtmuth, bir masa yapımcısının oğluydu. Çömlekler, vazolar tasarlayıp üreterek hayatını kazanıyordu. Tasarımlarını kâğıda çizebilmesi için kullanabileceği tek araç bir grafit parçasıydı. Grafit, kurşuni siyah renkli, yumuşak, kolayca toz durumuna gelebilen bir tür doğal karbondu. İz bırakma özelliğinden dolayı İngiltere’de koyun sürülerini işaretlemek için bulunmuştu. Yazmak çizmek için de kullanılıyordu ama yumuşak özelliğinden dolayı hemen eğilip bükülüyordu. Hardtmuth, grafit tozuna çeşitli maddeler karıştırarak denemeler yaptı. En sonunda kil karıştırdı; karışımı mum içine yerleştirip kuruttuktan sonra, kâğıt üstünde ileri geri oynattığında, kâğıttaki çizgileri görünce gözleri parladı. Eklediği kilin oranını azaltıp çoğaltarak daha yumuşak ya da daha sert grafit elde edebileceğini de gördü. 1792’de ilk kurşunkalem fabrikasını açtı.

Nicholas-Jacques Conte de aynı tarihlerde grafit üzerine çalışıyordu. 1790’da, o da Hardtmuth gibi toz grafiti kille karıştırıp, balçığı fırında kurutarak kalemin ana maddesini elde etti. O yıllarda, grafit bir tür kurşun sanılıyordu. Grafitten yapılan kalemlere kurşunkalem denildi. Grafitin kurşun olmadığı sonradan anlaşıldı ama kurşunkalem adı hep kaldı.

 

SİLGİYİ BULAN NAIRNE!

İngiliz optisyen, gözlükçü ve bilimsel araç-gereç yapımcısı Edward Nairne: Silgiyi bulmadan önce mikroskopta kullanım kolaylığı sağlayan iyileştirmeler yapmış, bir elektrostatik jeneratör geliştirmiş ve ilk deniz barometresini bulmuştu. Silginin hammaddesi “kauçuğu” Avrupa’ya tanıtan Fransız matematikçi Charles Marie de la Condamine’di (1701-1774). Meridyenin bir derecesini ölçmek için gittiği Güney Amerika’nın Amazon bölgesinde yerlilerin, “ağlayan ağaç” dedikleri bir ağacın kabuğu hafifçe yarılınca bir özsu aktığını, bu özsuyun hemen donduğu halde yumuşaklığını kaybetmediğini görünce, Avrupa’ya dönerken yanına bu özsudan bolca almıştı. La Condamine, kauçuk özsuyunu bilim çevrelerine heyecanla tanıtmış ama tam bir ilgisizlikle karşılanmıştı. Edward Nairne onlar gibi yapmadı. Özsuyu eline aldığında, yumuşak ve esnek özelliğinden nasıl yararlanabilirim diye düşündü. Denemeler yaparken, bu özsuyun silici özelliğini fark etti. 1770’de, özel bir işlemden geçirdiği kauçuk özsuyunu kalıba dökerek sertleştirdi ve küp şeklinde küçük parçalara bölerek Londra’da satışa sundu. İz bırakmadan kolayca silme özelliğinden dolayı kauçuk silgi hemen tanındı ve büyük ilgi gördü. Silgi konusundaki esas ilerleme ise, 1839’da Charles Goodyear’ın kauçuğu kükürtle işleyerek dayanıklılığını artırması, kükürtle sertleştirilmiş vulkanize kauçuğu keşfetmesiyle oldu. Vulkanize kauçuktan yapılan silgi daha kullanışlı ve daha dayanıklıydı.

 

MİKROSKOBU BULAN JANSSEN!

Hollandalı gözlük ve mercek ustası Zacharias Janssen: Jannsen ile teleskopu bulan cam ve gözlük ustası Hans Lippershey’le yakından tanışıyorlardı ve uzun yıllar komşu olarak yaşamışlardı. Janssen’ın mikroskobu bulduğu tarih 1600’ün hemen başları kabul ediliyor. O tarihlerde merceklerin büyütme özelliği zaten biliniyordu. Janssen, bir tüpün ya da bir borunun içine küçük bir mercek yerleştirerek ilk basit mikroskobu yaptı. Denemeler yaparken pirinç tüpün içine bir yerine iki mercek yerleştirince “bileşik mikroskop”un ilk örneğini yapmış oldu. Çıplak gözle göremeyeceğimiz mikro dünyayı gözler önüne seren bu buluşuna Zacharias Janssen’ın ne ad verdiği bilinmiyor. Galilei ise kendi geliştirdiği mikroskoba “küçük göz” adını vermişti. Galilei’nin arkadaşı botanikçi Giovanni Faber, 1625’te Yunanca mikron (bir metrenin milyonda biri) ve bakmak kelimelerinden yola çıkarak bu “kendisi küçük, gösterdiği büyük” alete “mikroskop” adını önerdi. O tarihten sonra Janssen’ın buluşundan mikroskop olarak söz edildi.

 

SCHWEPPES’İ BULAN SCHWEPPE!

İsviçreli Johann Jacop Schweppe: Bilime amatörce bir ilgi duyan Schweppe, zamanının önde gelen kimyacılarının çalışmalarını yakından izliyordu. Bunlar arasında, İngiliz kimyacı Joseph Priestley’nin 1772’de yayımladığı kitabı Directions for Impregnating Water with Fixed Air (Sabit Havayla Su Emdirme Talimatı) çok ilgisini çekti. Priestley, Leeds’te vaizlik yaptığı günlerin birinde evine yakın bir bira fabrikasını ziyaret etmiş, burada mayalama teknesinin üzerinde oluşan karbondioksit tabakasıyla çok yakından ilgilenmişti. Bir mumu tekneye yaklaştırdığında mumun söndüğünü, ayrıca karbondioksit tabakasının normal havadan daha yoğun olduğu için, teknenin kenarından dibe doğru aktığını fark etmişti. Bundan yola çıkarak karbondioksiti soğuk havada çözündürme, bir kaptan diğerine dökme deneyleri yaptığında, karbondioksit balonlarıyla doyurulmuş suyun hoş, değişik bir ekşiliği olduğunu fark etti. Priestley’nin bir noktaya kadar getirdiği suyun karbondioksitlenmesi denemeleri Schweppe’in çok ilgisini çekti. 1780’lerde kuyumculuk işini bırakıp Priestley’nin yolunu izlemeye başladı. Suyu karbondioksitlendirmek için dönemin çok ilerisinde sistem geliştirdi. 1783’te Cenevre’de ilk fabrikasını kurarak “Schweppes” adıyla tanınacak olan gazlı içeceği üretmeye başladı.

 

DİKİŞ MAKİNESİNİ BULAN HOWE!

ABD’li makine tamircisi Elias Howe: Erken yaşlarda mekanik alanında, özellikle tekstil makinelerinin tamirinde kendini yetiştirdi. Elias Howe, dikiş makinesi üzerine düşünen ilk kişi değildi. Avusturyalı terzi Josef Madersperger bir dizi makine için 1814’te patent almış ama bunların üretimini gerçekleştirememişti. 1830’da Fransız Barthélemy Thimonnier, nakış makinesini basit bir dikiş makinesine çevirerek ordu üniformalarını dikmeye başlamıştı. El dikişi işlerini kaybedeceklerinden korkan terziler atölyeye saldırıp makineleri parçaladı. Canını zor kurtaran Thimonnier, İngiltere’ye kaçmak zorunda kalmıştı. Amerika’da Walter Hunt, 1833 yılında, çift dikiş yapan bir makine yaptı; ama bazı mekanizma sorunlarını gideremediği için başarısız oldu. Elias Howe, tamir işlerine devam ederken… kendisine tamir için tekstil makineleri getiren müşterilerinin konuşmaları dikkatini çekti. Müşteriler kendi aralarında, kim iyi bir dikiş makinesi yaparsa çok zengin olacağından söz ediyorlardı. Mekanik becerisine güvenen Howe, böyle bir makine yapabileceğini düşündü ve çalışmaya başladı. 1846’da bugünkü anlamda ilk dikiş makinesini yapmayı başardı. Ama makineye yatırım yapacak kimseyi bulamadı. Kendi atölyesinde yaptığı birkaç makineyi İngiltere’ye götürüp çok ucuza satmak zorunda kaldı. Amerika’ya döndüğünde Isaac Singer’in (daha sonra dikiş makinesi devi olacak) kendi makinesini kopya ederek satmaya başladığını öğrenince dava açtı. Uzun bir dava sürecinin sonunda 1954’te davayı kazanan Howe, patent kiralama ücreti almaya başlayarak maddi açıdan biraz olsun rahatladı.

 

 

BUZDOLABINI BULAN LINDE!

Alman tasarımcı, makine mühendisi ve işinsanı Carl von Linde: 1872’de tasarımcı makine profesörü oldu ve Almanya’da ilk mühendislik laboratuvarının kurulmasına öncülük etti. Bu laboratuvarda, kendisinden önce yapılmış buluşlardan da yararlanarak havanın sıkıştırılması ve ayrılması konusunda deneyler yapmaya başladı. Linde’den önce, 1775’te, İskoç kimyacı William Cullen (1710-1790) basınç altında nitrik eteri buharlaştırarak çeşitli derecelerde dondurmayı başarmıştı. ABD’li fizikçi Jacob Perkins de (1766-1849), Cullen’ın çalışmalarından yararlanarak 1831’de su borulu kazanı, 1834’te ise modern buzdolabının ilk prototipini yapmıştı. Ama Perkins’in buluşundan sonra soğutma sistemleriyle ilgili gelişmeler, bugünkü buzdolabına doğru değil de endüstriyel soğutmaya doğru evrildi. Linde, araştırmalarını gazların soğutulması alanında yoğunlaştırırken havanın sıvılaştırılması deneylerinde Joule-Thomson ikilisinin bulduğu gazların, “sıcaklık değişiminde hacimlerinin artması veya azalması” özelliğinden yararlandı.Sıkıştırıp genleştirerek soğuttuğu bir gazı, bir başka gazın sıcaklığının düşürülmesinde kullandı. Bu ikinci gazı sıkıştırıp genleştirerek daha düşük sıcaklıklara inmeyi, bu kademeli soğutma tekniğiyle havayı sıvılaştırmayı, daha sonra sıvı havayı yeniden gaza dönüştürmeyi kapalı sistem borular içinde yaparak buzdolabının içini soğutmayı başardı. Bu yöntemle daha önce yapılmış soğutma makinelerinin teknik yetersizliklerini aşarak, 1874’te metil eterle, 1876’da ise sıkıştırılmış amonyakla çalışan buzdolabını yaptı. 1879’da üniversiteden ayrılıp kendi fabrikasını kurdu ve buluşunu üretmeye başladı.

 

PİYANOYU BULAN CRISTOFORI!

İtalyan, klavyeli enstrüman üreticisi Bartolomeo Cristofori: Büyük keman yapımcısı Nicola Amati’ye çıraklık etti. Enstrüman yapımında ustalaşması, özellikle klavsenlerde yaptığı iyileştirmeler dikkati çekince Prens Ferdinando de Medici tarafından işe alındı. Prens tam bir müzik âşığıydı ve Cristofori’yi koruması altına alarak ona bir atölye kurulmasını sağladı. Floransa’ya taşınan Cristofori, prensin enstrümanlarıyla ilgilendi, eski klavsenler üzerinde iyileştirmeler yaptı. Bu arada iki yeni klavye enstrümanı, spinettone’yi ve cembalo’yu (klavsen) geliştirdi. 1709’da, Fransız klavsen yapımcısı Jean Marius ve Alman müzikçi Christoph Gottlieb Schröter tarafından yeni geliştirilen çekiç düzeneğini klavsene uygulayan Bartolomeo Cristofori, piyanoyu yaptı. Yeni bir enstrüman olarak ortaya çıkan piyano düzeneğinde küçük çekiçler, o çekiçleri harekete geçiren kaldıraçlar ve tellerin titremesini durduran susturucu çuha bölümleri bulunuyordu. Piyano da aslında klavyeli bir çalgıydı ama ses renkleri ve çalış tekniklerinde farklılıklar vardı. Klavsende teller bir mızrapla titretilirken piyanoda çekiçle vuruş esastı. Hem hafif hem de yüksek ses elde edilebilen bu yeni enstrümana İtalyanca “hafif ve kuvvetli” anlamına gelen piano e forte dendi. Cristofori’nin toplam ne kadar piyano yaptığı bilinmese de, yaptığı üç piyano günümüze kadar geldi.

 

YAPIŞKAN BANDI BULAN DREW!

Amerikalı laboratuvar teknisyeni Richard Gurley Drew: 1921’de laboratuvar teknisyeni olarak işe alındığında, 3M Şirketi Amerika’nın orta büyüklükte bir zımpara kâğıdı üreticisiydi. Richard Drew, işi gereği zaman zaman araba boyama fabrikalarına uğruyor, arabaların boyanması sırasında yaşanan güçlükleri yerinde görüyordu. Sık yaşanan sorunların başında, iki renge boyanacak arabalarda, renklerin ve tonların birbirine karışması geliyordu. Drew, çalışmaya başladı. Öyle bir kapatıcı malzeme üretmeliydi ki, zemine yeteri kadar yapışmalı, çekildiğinde de zemine zarar vermeden kolayca sökülmeliydi. Tutkalın yapışma gücü ve destek kâğıdının dayanıklılık ve genişliğiyle oynayarak denemelere başladı. 1923’te geliştirdiği ilk maskeleme bandı daha iş tamamlanmadan arabanın üstünden sıyrılıp düşünce, sinirlenen ustalardan biri, Drew’a, “Bu bandı senin scotch patronlarına geri götür ve daha fazla yapışkan sürmelerini söyle!” diye çıkıştı. Buradaki gibi hakaret amaçlı kullanıldığında “pinti” anlamına gelen scotch’ı, Drew daha sonra yapışkan bantların marka adı olarak kullanacaktı. En son geliştirdiği yapışkanlı kapama bandı, 1925’te piyasaya sunulduğunda kuşkuyla karşılandı. Ama sağladığı kolaylıklar hemen fark edildi ve boyama fabrikaları arka arkaya sipariş vermeye başladı. Drew, denemelerini sürdürerek, 1930’da ev ve çalışma ofislerimizin vazgeçilmezleri arasına giren şeffaf selüloz bandı da buldu.

 

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/100-bulus-100-oyku-1802298

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.